• Sinan Eden
  • Yorum yapılmamış

21. yüzyılın en radikal toplumsal hareketini çalışmak üzerine birkaç düşünce

Devasa toplumsal sorunlarla çevrilmiş bir dünyada, eşi benzeri görülmemiş bir kriz içinde yaşıyoruz: neoliberal kapitalist küreselleşmenin insanlığın en az üçte ikisinin canına okuduğu tiksindirici bir sefalet ve eşitsizlik, siyasal elitlerin hemen her yerde eylemsizliği, ve en bireysel ilişkilerden kitlesel katliamlara ve savaşlara kadar yaşamlarımızı zehirleyen şiddet kültürü.

Giriş

Devasa toplumsal sorunlarla çevrilmiş bir dünyada, eşi benzeri görülmemiş bir kriz içinde yaşıyoruz: neoliberal kapitalist küreselleşmenin insanlığın en az üçte ikisinin canına okuduğu tiksindirici bir sefalet ve eşitsizlik, siyasal elitlerin hemen her yerde eylemsizliği, ve en bireysel ilişkilerden kitlesel katliamlara ve savaşlara kadar yaşamlarımızı zehirleyen şiddet kültürü.
Birbirine bağlı bu sorunların kökünde uzun yıllardır süren eşitsizlikler var – erkek egemenliği, ırkçılık, sömürgecilik, kapitalizm ve şimdi şirketlerin kontrolünde küreselleşme – ki bunların birbirini besleyegelen mirasları 21. yüzyılın başını tarihin pivot noktalarından biri haline getiriyor.
Ve şimdi, iklim değişimiyle birlikte, bir mükemmel sefalet fırtınasıyla karşı karşıyayız. İşin aslı, iklim biliminin bağıra bağıra ilan ettiği zaman çizelgesine bakarsak, bu güvencesiz gezegende bugün yaşayanlar tarafından (iyi ya da kötü anlamda) çözülmesi gereken, insanlığı ve hatta tüm türleri bağlayan bir krizle karşı karşıyayız. Krizin aciliyeti, Naomi Klein‘ın deyimiyle “her şeyi değiştirmeye” çağırıyor bizi, ve bunu da önümüzdeki yirmi yıl içinde yapmaya.
Birçok başka gözlemci, aktivist ve araştırmacıyla birlikte ben de bilimin dayattığı bu dar yoldan yalnızca geniş ve güçlü bir toplumsal hareketi inşa ederek çıkabileceğimize inanıyorum. Hayatımı incelemekle geçirdiğim ve şimdi de içinde bulunduğum çevresel, sosyal ve iklim adaleti hareketlerinin şimdikinden çok daha güçlü olmaları gerekiyor. Ancak dünya tarihi beni bunun başarılabileceğine ikna ediyor. Ve üstelik bunu yapmak zorundalar, eğer mevcut krizden çıkmak ve dahası şimdiki dünyaya kıyasla daha eşitlikçi, daha demokratik ve daha tatmin edici bir şekilde çıkmak istiyorsak yani.
Benim gibi akademik olanlar (veya gazeteciler, yazarlar ve her türlü kültür üreticileri) bence dikkatimizi iklim değişimi “belalı sorun”una yöneltmeliyiz, araştırma alanlarımızı yeniden canlandırmalıyız ve disiplinler arası çalışma kabiliyetimizi geliştirmeliyiz (noktaları birleştirmeyi öğrenmeliyiz demenin başka bir yolu bu) ve tüm bunları açık bir diyalog ortamına taşımalıyız. Ve bunu, benim anladığım kadarıyla, sosyolojinin, ekolojinin, sistem çalışmalarının ve ironik biçimde Budizm’in de (ve hatta Gaia teorisinin de) en temel ilkesiyle uyumlu biçimde yapmalıyız: her şey birbirine bağlıdır.

İklim Adaleti Hareketi Ne Kadar Güçlü?

Üzerine çalıştığım ve aynı zamanda parçası da olduğum hareket her geçen yıl daha büyük, daha güçlü, daha akıllı, daha çeşitli ve daha yaratıcı oluyor – ve bu çok önemli.
Ancak yeterli değil.
Mesele – ve aktivist-araştırmacı herkesin aklındaki soru – şu anda olduğumuz yerden, olmamız gereken yere nasıl gidebileceğimiz. Ve bunu nasıl dikkatli, çabuk ve uzun erimli olacak şekilde yapabiliriz?
İklim adaleti hareketinin 2016’da içine girmek istediği sürecin ana hatlarını özetlemem gerekse, Diren, Düşüncelerini Yenile, Araçlarını Yenile ve Yeniden Hayal Et derdim.

Paris’teki BM İklim Zirvesi’nde Ne Oldu?

Önce, Paris Anlaşması’nın, her yıl yapılan bu iklim zirvelerinin düzenleyicisi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin deyimiyle “küresel envanterini çıkaralım”. Bu konuya oldukça kafa yordum, bin bir benzemez analizin derinliklerinde dolaştım ve Paris dikiz aynasından görünür hale geldikçe daha çok ikna oluyorum ki anlaşmanın anlamı tam da bu: geçip gidilmiş bir yer. Paris zirvesi, dünya halklarına yapılmış çok çirkin bir şakadan ibaret.
Paris anlaşması dünyaya küresel ısınmayı “2 derecenin oldukça altında ve 1.5 dereceye olabilecek en yakın değerde tutma” çağrısı yapıyor. Bu iyi bir şey tabii, ama bağlayıcılığı olmayan bu anlaşmadaki diğer bütün yüce gönüllü laflar gibi bunlar da “gönüllü” ve “arzu edilir” olmanın ötesine geçmiyor. Dahası, müzakerelerin son yirmi yıllık ritmine bakılırsa, herhangi bir gerçek adım atılması için en az 10 tane daha böyle zirve gerekiyor. (Bu zirvelere COP – Conference of the Parties (Taraflar Toplantısı) deniyor. 1995’ten beri her yıl yapılan toplantıların ismini bir de sayı izliyor. Böylece Paris zirvesi COP-21 oluyor.)
Bu kadar gecikmelerine göz yumamayız, yoksa iki derece kapısı kapanacak.
Anlaşmanın imzalandığı gün yazdığım denemenin başlığını “Kağıttan Kahramanlar” (Paper Heroes) koymuştum. Olup bitenlerin özüne dair önemli bir noktaya parmak bastığımı düşünüyorum. Paris aynı anda hem öyle muzaffer hem de öyle entipüftendi ki Trump kampanyasının hiçbir şey bilmeme ve hiçbir şey yapmama çığlıklarının tizliğiyle kıyaslanabilir.
İklim hareketi anlaşmayı onun mimarlarına (BM’nin iyi niyetli kapitalist reformcuları ve yüzde bir’in uyanmış kanadına) ve düşmanlarımıza (fosil yakıt endüstrisi, siyasal elitler, zenginler, bankalar ve diğerlerine) karşı kullanacak mı? Kesinlikle.
Yerli halkların haklarına, toplumsal cinsiyet perspektifine, risk altındaki uluslara, insan haklarına ve nesiller arası hakkaniyete yapılan alaycı referansları yüzlerine çarpacak mıyız? Evet, mutlaka.
Metinde küstahça “kimilerinin deyimiyle iklim adaleti” şeklinde geçen lafı kullanacak mıyız? Evet, onları bunu yazdıklarına pişman edip onlara bu sözcüklerin gerçek anlamını kavratmak istiyoruz.
İklim değişimini “tehlikeli” seviyede tutmak için (elimizden gelenin en iyisi bu, zira şu anda “aşırı tehlikeli”ye doğru ilerliyoruz), radikal bir iklim roketine ve ekososyalist bir İkinci Dünya Savaşı tarzı seferberliğe benzeyen, içinde yaşadığımız dünyadaki bozuk her şeyi ama her şeyi dönüştürecek bir çabaya ihtiyacımız var.

Bunu nasıl yapabiliriz? Ya da “Son 36 yılda toplumu radikal biçimde (olumlu anlamda tabii!) dönüştürmek hakkında neler öğrendim?”

Devrimler (ve radikal toplumsal değişim getiren diğer hareketler [1]) çeşitli toplumsal sınıfları, her iki (veya daha fazla) cinsiyeti ve farklı ırk ve etnisiteleri içeren geniş kapsamlı ittifaklar gerektiriyor.
Muhalefet ve direnişin politik kültürlerinden biri veya daha fazlası yandaş kazandıkça insanlar bu hareketlere dahil olmaya başlıyorlar (Foran 2014). Böyle politik kültürlerin kökeninde, insanların deneyimleri, çektikleri acılar ve elleri altındaki her türlü kültürel araç ve tarihsel hafızayı kullanarak inşa ettikleri duygusal ve siyasal tepkiler var. Örneğin çevrecilik veya feminizm gibi kolektif söylemler bilinçli bir şekilde inşa edilmiş ideolojiler olarak hazır bulunuyorsa, müstakbel toplumsal aktörler bunları ele alıp yerel olarak çalışır hale getiriyorlar. Böylece bu söylemler aktivist gruplar aracılığıyla farklı yerel bağlamlara nüfuz edip toplumsal hareketlerde dolaşıma giriyorlar. Belki daha da önemlisi – devrimleri çalışan Eric Selbin’in “zengin öyküler”, çalışma arkadaşım Richard Widick farklı nesilleri kesen siyasal tahayyüller dediği – popüler deyişler ve halk deyimleri de kullanıma hazırlar. Yeni toplumsal aktörlere ve deneyimli aktivistlere yerelde anlaşılır olan, gündelik hayattan adalet, eşitlik, demokrasi gibi sözcükler sunuyorlar. İklim aktivismi için bunlar adalet, buen vivir, tarihsel sorumluluk veya nesiller arası hakkaniyet olabilir.
Bu söylemler (çoğunlukla bir çeşit radikal/ilerici örgüt veya ağın çalışmalarıyla) yeterince geniş bir toplumsal grupta veya halkın geniş kesiminde yerleştiğinde, bir toplumsal hareket nitelikli eylemler yapmasını sağlayacak miktarda kendini adamış takipçi kazanabilir. Yani, güçlü ve enerjik bir muhalif politik kültürün inşası, birçok insanın eylemleriyle gerçekleştirilen kolektif bir kazanım.
Herhangi bir toplumda genellikle birçok muhalif politik kültür vardır, çünkü insanlar farklı deneyimlere sahiptirler, farklı diller konuşurlar ve resmi ideolojilere farklı tepkiler verirler. En etkin toplumsal hareketler bu farklılıkları beceriyle bir ortak hedefe dönüştürenlerdir – örneğin 2009’da Kopenhag’daki COP-15’te öne sürülen “İklimi değil sistemi değiştir” talebi gibi. Bu gerçekleştiğinde bir hareketin büyüme ve kazanma şansı ciddi ölçüde artar.
Böyle ittifaklar ve onları motive eden muhalif politik kültürler devrimlerin inşası vebaşarısı için zaruri etkenlerdir.
Elbette bir devrimin başarısında siyasal ve ekonomik etkenler de rol oynar. Bunları detaylıca incelediğim ve devrimlerin nedenleri için bir model geliştirdiğim Taking Power: On the Origins of Third World Revolutions (İktidarı Almak: Üçüncü Dünya Devrimlerinin Kökenlerine Dair) kitabıma göz atabilirsiniz.
Maalesef, tüm yirminci yüzyıl ve sömürgecilik-karşıtı toplumsal devrimler, onları yapanların hayallerini gerçekleştirmekte yetersiz kaldılar. Bunların sebeplerinden bazıları şöyle:
– iktidara geldikten sonra geniş devrimci ittifakın parçalara ayrılması
– yoğun dış baskılar, genellikle Birinci Dünya Savaşı sebebiyle ve çoğunlukla ABD tarafından
– hem ülke içi hem ülkeler arası mevcut eşitsizlikler
– yönetime halk katılımının yetersizliği (ilk etkenle de ilişkili)
Ancak radikal toplumsal değişim amaçlayan 21.yüzyıl hareketleri (ki benim tanımlarının devrimle sınırlı olmadığını tekrar hatırlatmak isterim) 20. yüzyıldakilerden farklı görünüyorlar, çünkü
– çoğunlukla şiddetsizler
– daha yatay bir örgütlenmeye sahipler
– daha fazla çeşitlilik içeriyorlar
– dinamik ve yeni bir politik muhalefet ve direniş kültürüne sahipler.
Ayrıca heyecan verici politik kültür yaratımlarına da sahipler… Hareketler, geniş yankı bulan bir muhalefet ve direniş kültürüne ayrıca daha iyi bir dünya vizyonu kattıklarında, mevcut durumu geliştirme veya değiştirme seçeneği sunduklarında daha da güçlü olurlar. David Pellow’un dediği gibi: “Birçok hareket şikayet etme ve eleştirmekle başlar, ancak onları sürdüren ve insanları sokaklara (veya yeraltına) iten çoğunlukla daha iyiye dair bir hayal, bir vizyondur.”
Bu hareketler çok şaşırtıcı yeni yollarla iktidara geliyorlar veya gelmeyi deniyorlar: seçimler yoluyla (Ekvator, Bolivya ve Venezuela’daki “Pembe Dalga” hükümetleri gibi – şimdi benzeri Avrupa’da ve hatta Bernie Sanders kampanyasıyla deneniyor); kamusal alanların işgali yoluyla (2011’deki İşgal hareketleri dalgası gibi); bölgesel veya yerel iktidarı ele geçirerek veya iktidarı topyekun baştan kurgulayarak (Zapatistalar’ın 1994’ten beri Chiapas’ta yaptığı gibi); ve 2000’lerden beri küresel adalet hareketlerinin yaptığı ve şimdi de küresel iklim adaleti hareketinin yaptığı gibi küresel ağlar aracılığıyla.
Tüm bu hareketler hem toplumsal formasyonlarında hem de bir araya getirdiği meseleler açısından artan miktarda kesişim noktaları taşıyorlar.
Kazanma ihtimali yüksek hareketler şunların yeni bir bileşimini içerecekler: 1) güçlü toplumsal hareketler ve muhalif politik kültür yaratımı, 2) yeni çeşit ağ yapılarının oluşturduğu, 3) yerel, ulusal ve küresel ölçeklerde çalışan 4) yeni tür partiler.
Özetin özeti, 20. ve 21. yüzyıllardaki devrimler ve radikal toplumsal değişim hareketler çalışmalarımdan çıkardığım sonuç şu:
Derinlikli radikal toplumsal değişim için, yoğun bir toplumsal hareketler ağı veyepyeni bir politik parti türünün bir kombinasyonuna ihtiyacımız olabilir.
Bu hareketlerin, hem kuvvetli muhalif politik kültürler hem de ikna edici yaratım kültürleri geliştirmeleri gerekecek.
Ya da en azından aktivist-araştırmacıların tartışmasına açık hipotezlerim bunlar.

Sonuç: Ne Yapmalı?

Peki küresel iklim adaleti hareketi 21.yüzyılın en radikal toplumsal hareketi olabilecek mi?
Biz yaparsak olabilir. Her düzeyde çalışmamız lazım: yerelden küresele; her fosil yakıt projesi veya seçim hilesine karşı kısa vadeli savunma eylemlerinden orta-vadeli reformlara (belki Bernie Sanders kampanyası gibi mesela? Düşünsenize, Sanders’ın kampanyası aslında oldukça kısa vadeli şu anda, öyle değil mi?) ve uzun vadeli radikal (anti- veya post-kapitalist?) dönüşümlere kadar.
Buna eklenecek bir husus “orta vade” dediğimiz şeyin bizim kritik durumumuzda “şimdiden dört yıl sonraya kadar” ve “uzun vade” dediğimiz şeyin de “şimdiden 10-15 yıl sonraya kadar”a daraltılmış olması, çünkü iklim adaletinin esnetilebileceği zaman dilimi bununla sınırlı.
Ancak bu yapılabilir. Dünyayı “kurtaracak” değiliz. İklim biliminden anladığım kadarıyla, aktivist-araştırmacı Brad Hornick’e katılıyorum:
İklim ve politik gerçeklik hakkında düzgünce düşünmenin yapabileceği tek şey mücadelenin doğasını değiştirmek.
Bu hiç kolay lokma değil, çünkü insanın kalbini sıkıştıracak ölçüde kişisel ve kolektif bir varoluş krizi (yaşamın ve çalışmanın tüm yönlerinin anlamını sorgulamak) gerektiriyor.
Şimdi söyleyebilirim: Önümüzdeki bir-iki on yıl içinde tüm uygarlığın feci bir yıkımına yol açacak geri-döndürülemez fiziksel değişimler olacağına dair kanıtlara dayanan ve nihayete ermiş bir bilimsel kararlılık var. Nokta.
Bu gerçeği kabullenmemiz gereken noktadayız. Er ya da geç geleceğiz bu noktaya, ve eğer geç gelirsek çok daha sert vuracak ve kimi yaşams/iş/siyaset stratejilerini alakasız hale getirecek.
Bundan daha iyisi söylenemez. Bu denemeyi bir uyanma çağrısı olarak alın. Zaman şimdidir. Mevcut olanlar bizleriz. Hepimiz…

John Foran, Almanya’daki kömür karşıtı Ende Gelände hareketi aktivistlerindendir. Bu yazı ilk olarak 14 Mart 2016 tarihinde Resilience sitesinde “A Few Thoughts on Studying the Most Radical Social Movement of the Twenty-first Century” başlığıyla yayınlanmıştır.

Yazar Sinan Eden