• Ülkü Şahin
  • Yorum yapılmamış

İstanbul Bostanları: 1500 Yıllık Tarımsal Kültür Mirası

Kent bostanları binlerce yıllık tarımsal ve biyolojik toplumsal hafızanın mekanı. Bu mekanlar hem tarımsal geçmişimize hem de geleceğin kentlerine dair ip uçları veriyor.

 

Şehir ve bölge planlaması bakımından kendi kendine yeterli metropol bir şehir mümkün mü sorusu hemen ilk elden önümüze düşüveriyor! Kır ve kent birliği temelinde üretebilecek bir kentte hangi mümkünlerin kıyısında durduğumuzu ve bostanların “kamusal” niteliğini Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesinden Yiğit Ozar ile konuştuk.

Bilindiği kadarıyla İstanbul’da bostanlara ilişkin ilk bilgilerimiz 7. yy’ a dayanıyor. İstanbul surlarının arkeolojik değeri olduğu aşikâr fakat Yedikule bostanların arkeolojik değeri nedir? Bostanları hangi sebeplerle arkeolojik/tarihi değer olarak görebiliyoruz/tespit edebiliyoruz? İstanbul’daki diğer bostanlar için de aynı tespitte bulunulabilir mi?

Bostanları doğrudan geleneksel tanımla arkeolojik bir varlık olarak savunmuyoruz aslında. Bir üst ölçekte kültürel değeri olduğu için kültür varlığı olarak korunması gerektiğini savunuyoruz. Çünkü bu değer kaynağını arkeolojinin yanı sıra tarihsel süreklilikten alıyor. Şöyle ki, Theodosius dönemindeki bir düzenlemeden, bu devirde antik İstanbul’un çeperinde kalan Kara Surları arazisinin tarımsal amaçlı kullanıldığını öğreniyoruz. 10.yy’da derlenmiş Geoponika isimli metinden de bölgede tarım yapıldığını, ürün çeşitliliği ile ilgili bilgileri öğreniyoruz. Aleksander Shopov ve Ayhan Han, Osmanlı arşivlerinde yaptıkları araştırmalarla vakfiye, kefil defteri vb. kayıtlara ulaşarak bostanların Osmanlı kent dokusundaki yerine dair önemli veriler tespit ettiler. Yine çok sayıda tarihi harita, gravür, fotoğraf vb. görsel arşiv malzemesi de bostanları belgeliyor. Bütün bu tarihsel veriler İstanbul Kara Surları çevresindeki arazi kullanımında en az 1500 yıldır tarım amaçlı kullanımın sürekliliğini kanıtlıyor. Bostanlar sadece ekim yapılan alanlardan ibaret değil, aynı zamanda müştemilatı da var. Bu müştemilatın günümüze ulaşabilen tarihsel örnekleri sulama sistemiyle ilgili olarak büyük ve derin taş örgü kuyular, havuzlar; bostancıların konakladığı ve ürün depoladığı yapılar, ahırlardan oluşuyor. Ekim yapılan alandaki geleneksel uygulamalardan kaynaklı doku ve bu müştemilat, arazi kullanımının özgünlüğü mevzuat diliyle “taşınmaz kültür varlığı” haline getiriyor bostanları. Öte yandan ekim yapılan alanlarda yüzyıllardır, kuşaktan kuşağa hatta bostanların sürekli göç alıp göç vermesinden dolayı bir etnisiteden diğerine devredilen, taşınan bilgilerle tarım pratiğinin gelenekselleşerek yaşaması, bostanları “somut olmayan kültürel miras” yapıyor. Özetle hem somut hem de somut olmayan bir kültürel miras parçası olarak bostanlar korunmaya değer varlıklar.

İstanbul’da Kara Surları çevresindeki bostanlar dışında da çok sayıda bostanın kentte yakın zamana kadar var olduğunu biliyoruz.  Özellikle  dere yatakları ve Bizans döneminde kalma açık sarnıçlar Osmanlı döneminde bostan olarak kullanılmış, bu alanlar dere yatağı olduğu için sele karşı bir önlem olarak yapılaşmaya açılmamış. Kentin sokak isimlerine bir göz atsak tarihsel çekirdekteki hemen her mahallede bir bostan ismine rastlarız. Bu bostanlar özellikle 1940’lardan sonra İstanbul’da artan yapılaşma faaliyetleri ile zaman içinde kaybolmuşlar. Bostanların kaybolması sürecinde tarım sadece kırsal bir uğraş olarak kabul edilir olmuş.

Yedikule dışında günümüze ulaşabilen bir diğer tarihi bostan Piyalepaşa Camii Bostanıdır. Shopov ve Han bu bostanın 16.yy’da Kaptan-ı derya Piyalepaşa’nın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edildiği bilinen Piyalepaşa Camii’nin akarı olarak kullanıldığı bilgisine ulaştılar. Aslında Camii inşa edilmeden önce bu alanın tamamı bostanmış, Camii ve külliye inşa edildikten sonra arazinin yapılaşmamış bölümlerinin bostan olarak kullanımına devam edilmiş. Aynı şekilde Kuzguncuk Bostanı da uzun süre tarihi bostan kimliğini sürdürmüş bir alan. Bunun dışında özellikle Gezi sonrası İstanbul’da pek çok yeni “bostan” yapıldı, ancak bunlar daha çok topluluk bahçesi niteliğinde kolektif üretime, gönüllü emeğine ve dayanışmaya dayalı tarım alanları. Bizim söz ettiğimiz bostanlar ise kent içinde profesyonel anlamda bostancı/bahçıvanlar tarafından işlenen tarım alanları. Farklılık olmakla birlikte bu topluluk bahçelerinin kendini tanımlarken kentin belleğinden bir sözcük olarak “bostan”ı seçmesi anlamlı bir referans. Dünyanın pek çok yerinde gıda güvenliği ve müşterekler üzerinden okuyabildiğimiz topluluk bahçeleri meselesine yerel bir katkı olarak görüyorum. Öte yandan İstanbul’da kültürel miras odaklı kent mücadeleleri ile ekoloji odaklı mücadeleler arasında bir bağ kurmaya da zorluyor bizi.

Görsel 2: Carte de Constantinople Haritacı/Yayıncı: François Kauffer, .B. Le Chevalier. Dentu, İmperrimeur-Librarier Yer aldığı yapıt/ baskı yeri / tarihi : Jean Baptisle Le Che-Valier, Voyage de la Propontide et du Pont- Euxin. Paris.1800 Çizim 1786)

Görsel 2: Carte de Constantinople
Haritacı/Yayıncı: François Kauffer, .B. Le Chevalier. Dentu, İmperrimeur-Librarier
Yer aldığı yapıt/ baskı yeri / tarihi : Jean Baptisle Le Che-Valier, Voyage de la Propontide et du Pont- Euxin. Paris.1800 Çizim 1786)

Bostanlar ile surlar arasındaki ilişkiden bahsedebilir misiniz? Bölgedeki bostan varlığı Tarihi Surlar açısından nasıl bir önem taşıyor?

Bir Theodosius kanunnamesi Kara Surları inşa edilmeden önce bu alanın tarım amaçlı kullanıldığını, bu kullanım biçiminin surlar inşa edildikten sonra da devam ettiğini  gösteriyor bize. Yani Kara Suları gerek Bizans gerekse Osmanlı devrinde bostanlarla birlikte var olmuş. Kara Surlarının çevresinde bostanların yanı sıra türbe ve mezarlıklar, manastırlar, cami ve mahalleler de var olmuştur. Tüm bu bileşenler surların kültürel peyzajını oluşturmuştur. Bu bileşenlerin günümüzde de kısmen varlığını sürdürebilmesi, kentin tüm hızlı ve çarpık değişimine rağmen Kara Surları gibi bir anıtsal varlığı biraz da olsa özgün ortamında görebilmemizi, kopukluklara rağmen surların tarihsel çevresini algılayabilmemizi sağlıyor. Bu bir megapol için az bulunur bir şans! Çünkü günümüzde anıtsal varlıkları çoğu zaman özgün çevresini yitirmiş, etrafı açılmış, yalnızlaştırılmış dolayısıyla bağlamından koparılmış bir şekilde müze nesnesi gibi görebiliyoruz.

İstanbul Kara Surlarını türünün anıtsal örneklerinden biri haline getiren en önemli etken bir hendek ve arka arkaya birbirine paralel iki sur duvarından oluşan üçlü sistemdir. Osmanlı döneminde surlar savunma fonksiyonunu yitirdiğinde çevredeki bostan alanları hendeklere ve surlar arasındaki teraslara daha önceki devirlerde askeri amaçla kullanılan alanlara da yayıldı. 19.yy’dan bazı fotoğraflar bu yayılımı belgeliyor. Osmanlı arşivlerindeki bazı belgeler de bu yayılıma kira karşılığı sur çevresinde yeni yapılaşmayı önlemek için müsaade edildiğini kaydediyor.

Ancak, bu durum koruma anlayışımızı kentin çok katmanlılığı ile sınıyor. Çünkü bir anıtın ve çevresindeki arkeolojik dolguların üzerinde tarım yapılmasından söz ediyoruz. Elbette bir arkeolojik alanda tarım yapmanın zararları tespit edilebilir. Anadolu bu nedenle tamamen ya da kısmen katmanlarını kaybetmiş höyüklerle doludur. Öte yandan Kara Surları çevresindeki tarımın kırsal alandakinin aksine mekanize bir tarım olmaması olası olumsuz etkileri büyük oranda azaltmıştır. Sorun, uzun yıllar Kara Surları çevresinde koruma anlamında etkin bir yönetim anlayışının olmayışından kaynaklıdır. Bu yüzden bostancılar kendi çözümlerini üretmek zorunda kalmışlar ve üretime devam edebilmek için ihtiyaç duydukları baraka vb. birimleri inşa etmişlerdir. Böylece Kara Surlarının çevresinde estetik nedenlerle bazısı surlara fiziksel olarak da zarar verebilecek olduğundan kabul edilmeyen uygulamalar oluşmuş. Ancak, bunun çözümü sur çevresindeki bostan katmanını kaldırıp mimari varlığı geleneksel bir hatayla yalnızlaştırmak değil, korunması gereken iki katmanı uyum içinde sürdürebilecek düzenlemeleri düşünmek olmalı.

İstanbul bostanlarının örneğine özellikle halihazırda bir megapol olan diğer tarihi kentlerde de rastlandı mı? Rastlandı ise İstanbul bostanlarının bu örneklerin ne gibi farkları var?

Kent içi tarım alanları yeni bir deneyim değil. Nakliyenin daha uzun ve zor olduğu koşullarda kısa ömürlü mevsimlik sebze meyve ihtiyacı kentte ya da surların hemen dışında yapılan tarımla karşılanmaya çalışılmış. Ayrıca, hem Bizans İstanbul’unda hem de başka kentlerde manastır etkinlikleri arasında da benzer tarım faaliyetlerinin örgütlendiğini görüyoruz. Richard Sennet’in anlatısına göre 12.yy’da kentsel büyüme ve gemi taşımacılığı artana kadar Paris’te de sebze yetiştirilen bahçeler bulunmaktadır.  İstanbul’un farklılığı  bu tarım alanlarının daha uzun süre  etkin biçimde varlığını sürdürebilmesidir.

Fotoğraf: Ülkü Şahin

Yedikule bostanlarının yıkılmak istendiği süreçte sizin de Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı ve bir yurttaş olarak mücadele içinde olduğunuzu biliyoruz. Bu süreci biraz anlatır mısınız bize? Bu mücadelenin kazanımları nelerdi? Kayıpları oldu mu?

2013 yılı Temmuz ayında Yedikule’de suriçinde kalan tarihi İsmail Paşa Bahçesi’nin yıkımının başlamasıyla “Yedikulekapı – Belgradkapı Arası Sur Koruma Bandı Rekreasyon Projesi”nden haberdar olduk.

Yıkım alanına yapılan çağrıya gidenler -çoğunluğu tarihçi, arkeolog, mimar, sanatçı gibi bölgeyle ilgili uzmanlık alanlarından- bostancılarla da ilişkilenerek Tarihi Yedikule Bostanları’nı koruma girişimini kurdu. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi de Girişim ile ilişki halinde mücadeleye dahil oldu. Bostanların korunacak bir değeri olmadığını iddia eden Fatih Belediyesi yetkililerine karşı, bostanların kültürel değerini kanıtlamaya çalışırken, Arkeologlar Derneği olarak da proje kapsamındaki hafriyatın neden olduğu tahribatları raporlayıp, ilgili kurumlara ileterek alanı gözetim altında tuttuk. Bu sırada Figen Kıvılcım Çorakbaş, Alessandra Ricci ve Asu Aksoy’un imzasıyla, uzman koruma kurumları ve meslek örgütleri tarafından içeriği onaylanan “İstanbul Kara Surları Dünya Miras Alanı İzleme Raporu” ortaya çıktı. Ve alanın UNESCO Dünya Miras Alanı olmasından dolayı İstanbul Sit Alanları Alan Yönetim Başkanlığı’nda görüşmeler de başladı.

Karşı çıktığımız rekreasyon projesi, suriçindeki tarihi bostanları moloza gömüp, üzerlerinde büyük havuzlar, suni bir peyzaj içine yerleştirilmiş kafe, restoran, otopark vb. birimler inşa edilmesini içeriyordu. Bostanları tamamen yok saydığı gibi kara surları ile de doğru bir şekilde ilişkilenmiyordu. Sonradan o zamanlar Radikal Gazetesi’nde çalışan Elif İnce ve İdris Emen imzalı bir haberle aslında bu rekreasyon alanının çevresinde, sur koruma bandı sınırında Fatih Belediyesi tarafından imar artışı öneren bir plan tadilatı hazırlandığını, ilçe belediyesi ve İBB meclisinden bu tadilatın geçtiğini öğrendik. Yani aslında rekreasyon alanı Sulukule ve Tokludede’de olduğu gibi kara surları çevresinde mutenalaştırılmış yeni bir alan daha oluşturacaktı. Ancak gayretlerimizle tadilat Topbaş tarafından “veto” edildi. Topbaş, bostanların korunacağını, bunun için bir çalıştay yapılacağını açıkladı.

Sonuçta Suriçi bostanlarının önemli bir kısmı moloza gömülmüş oldu. Surdışında ve Suriçi’ndeki bir kısım bostan devam ediyor. Ancak buna rağmen en önemli kazanım bostanların kültür varlığı kimliğinin gerek kamuoyu gerekse ilgili kurumların gözünde kanıtlanmış olması oldu. 2016 yılında İBB’nin Piyalepaşa Camii Bostanı’nı bir yeraltı otopark projesi için kaldırmak istediğini öğrendiğimizde, Dernek olarak Beyoğlu Kent Savunması ile birlikte buradaki mücadele sürecine de dahil olduk. Han ve Shopov’un hazırladığı tarih araştırması raporu üzerinden belirlediğimiz gerekçelerle Piyalepaşa Bostanı’nın bir kültür varlığı olarak tescillenmesi için ilgili koruma kuruluna başvurduk. Kurul bostanı tescilleyip, bostanı yıkacak projeye izin veren eski tarihli kararını da bozdu. Bu karar, beklediğimizden çabuk çıkmış iyi bir karardı. Başvurumuzun bu kadar kolay ve olumlu sonuçlanması 2013 yılından beri Yedikule Bostanları için kamuoyunda sürdürülen tartışmaların yarattığı birikime bağlıdır. Bu kararla, Piyalepaşa Bostanı kurtulduğu gibi ilk defa bir bostan “taşınmaz kültür varlığı” olarak resmen tescillenmiş oldu. 2016 yılında bu tescil kararı emsal gösterilerek Yedikule Bostanları için de bir başvuru yapıldı, ama süreç halen devam ediyor. Bununla birlikte yakın zamanda İBB daha önceden moloza gömülen bostanları yeniden açığa çıkaracağını savunduğu bir projeyi açıkladı. Aynı şekilde İBB iştiraki Ağaç Peyzaj Aş. de Piyalepaşa Bostanı için bir “rehabilitasyon” projesi hazırladı. Bu durum artık bostanların korunması gerektiğini kanıtlamaya değil nasıl korunacağını tartışmaya emek harcayacağımız bir sürece girdiğimizi gösteriyor.

Bostanlar yüzyıllardır var olduğuna göre bostanlardaki tohum ve bitki mirasının yok olması da beraberinde geliyor. Bu kaybın kültürel/tarihi miras açısından önemi nedir?

Bu konuda arkeolog Chantel White’ın çalışmaları var. White, 2013 yılında Yedikule Bostanları’nda yaptığı bir atölyede bostanların “arkeobotani” açısından önemine dikkat çekti. Yüzlerce yıldır tarım yapılan bir alandaki tohum vb. kalıntılar önemli veriler oluşturabilecek potansiyele sahip. Geçmişte ekilen ürünler, bu ürünlerin yetiştirilmesinin ya da artık yetiştirilmemesinin ardındaki göç vb. tarihsel nedenlere işaret eden White, geçmişte bostanlarda yetiştirilen bazı türlerin bugün bilinçli olarak yetiştirilmediği halde yabani olarak çıkmaya devam ettiğine dair tespitlerde bulundu. White’in gözlemleri bize bostanların sadece bir kültürel peyzaj değil geçmiş ürün çeşitliliğinin tespitine dair veriler içerdiğini gösteriyor. Bu tip veriler geçmişin beslenme alışkanlıklarına ve buna bağlı olarak da ekonomik ve sosyal duruma ilişkin tespitler yapılabilmesi için ipuçları taşıyor. .

Sizce bostanların nasıl korunması lazım? Sivil topluma bu konuda düşen görevler nelerdir diye düşünüyorsunuz?

Sürekli savunma halinde olmaktan kurtulabildiğimiz anlarda hepimizin kafa yorduğu bir soruydu bu. “Dokunmayın” demek istiyoruz tabi, ama Yedikule bostanlarının Suriçinde kalanlarının çok büyük bir kısmı artık yok edildi. Dolayısıyla bu bostanları nasıl geri kazanacağımızı düşünerek koruma koşullarını tartışmak zorundayız. Öte yandan bu alan koruma koşulları birbiriyle uyum içinde belirlenmesi gereken pek çok kültürel değeri barındırıyor. Şüphesiz bu değerlerin en belirgin hatta baskın olanı Kara Surları. Nitekim bostanlar ya da tarihi mezarlık alanları, mahalleler gibi diğer değerler bir şekilde bu anıt ile bütünleşiyor. Bu nedenle de İstanbul Kara Surları Dünya Miras Alanı İzleme Raporunda, Kara Surları Dünya Miras Alanı’nın bütüncül bir kültürel peyzaj olarak ele alınması gerektiği ifade ediliyor, katılımcı şeffaf bir süreçle mikro alan yönetim planlamasının gerekliliği öneriliyordu. 2013 yılında bostanlar yıkılmak istendiğinde Fatih Belediyesi yetkilileri sürekli olarak aydınlatma, bölgenin tekinsizliği, mahallenin rekreasyon alanı ihtiyacı gibi nedenler öne sürüyordu. Oysa sorun olarak öne sürülen bu tespitler bostanlara zarar vermeden küçük müdahalelerle de çözülebilirdi. Bu durumda korumanın bir aracı olarak tasarım fikri devreye girdi. Aslıhan Demirtaş’ın Bilgi Üniversitesindeki atölyesinde öğrencilerin yaptığı çalışmalar örnek oluşturdu. Bu atölyelerin çıktıları Yedikule Bostanları Girişiminin toplantılarında tartışmaya açıldı. Korunması gerektiğini savunduğumuz bostanların koruma koşullarıyla ilgili tespitler de bu süreçte ortaya çıkmaya başladı. Yedikule bostanları özelinde kotlar, teraslar, kuyular, tarım yöntemleri örneğin “tava sistemi” ve tabi ki bu geleneksel yöntemlerin uygulayıcısı, taşıyıcısı bostancıların varlığının güvence altına alınması gibi… Aynı şekilde sur dışı bostanlardaki barakaların sur görünümü nedeniyle yıkımı söz konusu olduğunda yine toplantılar düzenlendi, bostancılarla görüşüldü ve buna göre Plankton Project isimli tasarım inisiyatifinin çözüm önerileri ortaya çıktı.

Birkaç ay önce Ağaç Peyzaj A.Ş.’nin Piyalepaşa için bir rehabilitasyon projesi hazırladığını öğrendiğimizde de bu bostandan tüketimi örgütleyen Dürtük (Direnen Üretici Tüketici Kolektifi), Beyoğlu Kent Savunması ve Arkeologlar Derneği çağrısıyla bir toplantı çağrısı yapıldı. Bu toplantıda da Piyalepaşa bostanının koruma koşulları tartışmaya açıldı. Bu konuda bir rapor hazırlayıp ilgili koruma kuruluna bostanlarla ilgili olası başvuruların değerlendirilmesinde kullanılmak üzere belirlediğimiz koruma koşullarını ilettik.

Sonuçta çağdaş-evrensel koruma ilkeleri, Yedikule bostanları ve Piyalepaşa bostanlarının her birinin kendine özgü fiziksel koşulları yanı sıra şu ana kadarki tartışmalar neticesinde ortaya çıkan koruma koşulları; geleneksel tarım yöntemlerinin (ekim-sulama vb.) korunması, bu uygulamalar sayesinde devam eden özgün arazi kullanımının ve müştemilatın oluşturduğu dokunun taşınmaz kültür varlığı olarak korunması, ürün çeşitliliğinin devamı ve geleneksel tarım pratiğinin uygulayıcısı, taşıyıcısı bostancıların varlığının sürdürülmesinin sağlanması olarak sayabiliriz. Bostanlar için sadece fiziki düzenlemeleri tartışan değil, kendiliğinden günümüze ulaşabilmiş mevcut sistemin varlığını güvence altına alacak bir yaklaşım geliştirmeye ihtiyacımız var.

 

*Hatice Kurşuncu’ya katkı ve düzeltmeleri için teşekkür ederiz.

Kapak görseli : Ousterhout-Başgelen 2005;Tarihi Kartlarda Yaşayan İstanbul: Osmanlı Öncesi Anıtlar, s.94 
Kara Surları 4. Ve 5. Kuleler önündeki bostanlar ve bir bostancı. Arkada bir bostan dolabının bir bölümü de görülmektedir.

Bu çizim ve fotoğraflar Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi “ Eski Fotoğraflarda Bostanlar” slaytından alınmıştır.

Yazar Ülkü Şahin