• fevzi ozluer
  • Yorum yapılmamış

Temiz Teknoloji mi Halk Tabanlı Enerji Politikası mı?

Yaygın bir kanaat vardır: Kimi teknolojiler temizdir, kimi teknolojiler ise kirli. Oysa kendi başına temiz veya kirli bir teknoloji olacağını varsaymak mümkün değildir. Türkiye’de enerji üretim sistemleri savunulur veya reddedilirken de bu argüman çok yaygın bir biçimde kullanılır. Örneğin Akkuyu Nükleer Santrali ÇED Raporunu hazırlayan firma kömürlü termik santrallerin kirli teknolojiler olduğunu ileri sürerken, aynı firma termik santral projelerinde de bu kez nükleer santrallerin teknolojik aksaklıklarını ortaya koyar. Bu durum rüzgar ve güneş enerji santralleri için de böyledir. Bu teknolojilerin de en başından temiz teknolojiler olarak konumlandırıldığı bilinir.

Enerji politikası teknoloji çeşitliliği temelinde biçimlenen bir ülkede bu temiz – kirli teknoloji meselesi çoğu kez anlamını yitirmektedir. Ancak bu durum o kadar silikleşmişti ki geçtiğimiz günlerde bir ilke kararı yayımlandı. Bu ilke kararına göre, Anadolu, Asya, Avrupa uygarlıklarının yaşam merkezi olan önemli tarihi ve kültürel özellikler barındıran 1. ve 2. Derece sit alanlarında da güneş enerji santrali kurulabilecekti. Okuyunca gözlerimize inanamadık. Bir ülkenin tarihi nasıl ortadan kaldırılır, derseniz işte böyle diyebiliriz. Çünkü, dava konusu ettiğimiz ilke kararına göre sit alanlarında kurulacak güneş enerji santralleri için zemin düzlemesi yapılması ve kazıklarla santralin sabitlenmesi gerekiyor.  Bu da katman katman uygarlıkların moloz yığını haline gelmesi demek.

Böyle bir uygulamanın sonuçlarının Palmira’dan farklı olmayacağını veya Zeus Sunağı’nın kaçırılması gibi etkileri olacağını öngörmek mümkündür. Lakin güneş enerjisi alanında etkili pek çok çevrenin bu uygulama karşısında derin bir sessizlik içinde kaldığına üzülerek şahitlik ettik. Oysa, mesele ne güneş ne rüzgar ne nükleer.. Mesele nasıl bir hayat kurulacağı, nasıl bir uygarlık hayal ettiğimizle ilgili.. İklim değişikliği konusunda planlı ve demokratik bir enerji planlamasına bağlı kalınmadan güneş enerjisi santrallerinin önünü açan bu tür uygulamaların iklimi de korumayacağını bilmek gerekir.

İklim değişikliği konusunda bu nedenle teknoloji odaklı getirilen bu tür savunuların tutarlı olmadığını görüyoruz. Güneş ve rüzgar santrallerini mevcut sistem içinde ikame edecek planlı bir enerji politikamızın olmadığını söylemeliyiz. Enerjide bir dönüşümün iklim değişikliğini olumlu etkilemesini hayal ediyoruz. Bunun sadece teknoloji seçiminin değişimiyle ilgili olamayacağını da biliyoruz. Bu dönüşümde halk, hem teknolojinin bilgisine sahip olmalı hem de enerji santrallerinin planlanması sürecine katılmalı, hem de bir planlama perspektifi içinde demokratik katılım mekanizmalarıyla enerji üretimi geliştirilmelidir.  Bu durumda enerjide dönüşüm, iklim politikalarında ufuk açıcı olacaktır. Aksi durumda şu ya da bu enerji santralini savunmak, iklim politikasında bir ufuk çizgisi sağlayamamaktadır.

Kömür santrallerinde veya madenlerinde çalışan işçilerin yeni sektörlerde istihdamının; tarım, hayvancılık ve gıda alanlarına bu iş gücünün kaydırılmasını ve kendi kendine yeterli enerji sistemlerinin desteklenmesini, teknolojide uluslararası güce sahip tekellerin belirleyiciliğinden koparak; halk tabanlı bilgiyle yeni enerji santrallerine geçişi ve doğayı koruyan bir enerji üretimini odağımıza alıyoruz. Bunu odağına almayan hiçbir enerji politikasının emeğin ve doğanın birlikte gelişmesini mümkün kılamayacağını bir kez daha söylüyoruz.  Bu nedenle de enerjide kendi çıkarından başka çıkar tanımayan, kar odaklı üretimi esas alan şirketler sisteminden, gelişmeyi – korumayı esas alan toplum ve doğa temelli bir enerji üretimine geçişe acilen ihtiyaç var. Ancak bu geçiş, iklimi koruyacak – iyileştirecek dönüşüme dair ufuk çizgimizi berraklaştıracaktır.

Yazar fevzi ozluer