• Sıla Özkavaf
  • Yorum yapılmamış

Kaçırılan Fırsatlar Zirvesi

Yazar: Rosa Luxemburg Vakfı, Çeviri: Ebru Arıcan, Sıla Özkavaf

İklim değişikliği gün geçtikçe belirgin hale gelen bir kriz fakat iklim zirvesi eski bilindik müzakere kalıplarına sıkışmış vaziyette; ileriye doğru küçük adımlar,gizlenen gerçekler ve ertelenmiş kararlar.

Resmi Terimlerle, COP23 İklim Zirvesi Oldukça Rasyonel Ve Teknik Bir Zirve İdi.

Zirve, Paris Anlaşması uyarınca ayrıntılı bir Çalışma Programı- temelde Paris İklim Anlaşması’nın kural kitabı- oluşturmayı ve önümüzdeki yıl kabul edilmesi için hazırlanmayı hedefliyordu. Bununla birlikte, iklim zirvesinin bu seneki ortamı son derece sembolikti. Linyit kullanımında şampiyon ve dünyanın bir numaralı ihracatçı ulusu olan Almanya zirveyi Avrupa’nın en büyük karbon salıcısının yaklaşık 50 km uzağında gerçekleştirirken, şimdiden iklim değişikliğinin acı gerçekleriyle yüzleşen Fiji zirve liderliğini üstlendi. COP arifesinde, Pasifik İklim Savaşçıları bu tür sembolik çelişkileri vurgulamak adına Alman enerji devi RWE’nin Hambach’ta işlettiği açık maden ocağının seyir terasını ziyaret etti. Bazıları Fiji’den gelen iklim aktivistleri öne çıkıp “Boğulmuyoruz, savaşıyoruz” sloganı attı. Gerçekten de Pasifik ada halklarının hayatta kalmaları için mücadele veriyorlar. Arkalarında ise bir Alman enerji şirketinin,  fosil yakıtların iklim üzerinde yarattığı tahribin boyutlarının tamamen farkında olmasına rağmen ucuz enerji ve kar elde etmek yaktığı yıllık milyonlarca ton linyiti (iklimsel açısından en zararlı kömür formlarından biri) çıkarttığı bir madenin yarığı bulunuyor.

Zirvenin sırasında, birçok devlet ve devlet dışı aktör (çoğunlukla Küresel Güney’den), Fiji başkanlığındaki bu COP’un iklim değişikliğinden etkilenen kişilere güçlü bir mesaj vermesi gerektiğini vurguladı. Bu nedenle, emisyonları hızla azaltmak, iklim finansmanını artırmak için etkili adımlar atmak ve iklim değişikliğine bağlı hasar için bağlayıcı tazminat taahhütleri yaratmak gibi temel alanlarda ilerleme kaydedilmesini bekleyen umutlar yüksekti.

Ne yazık ki, 2015 Paris iklim konferansında doğan ve sıkça dönüp bakılan ivmenin beklentileri karşılaması beklenirken iki sene içinde dağılmaya yüz tuttu. Bu kaçırılmış fırsatlar zirvesiydi. COP güçlü bir mesaj vermek yerine, yalnızca birkaç geçici adım attı ve sorumluluktan kaçan ve yanlış kararlar alan ülkeler ile daha da karakterize oldu.

Gecikmiş Taahhütler Ve Kömür İttifakı

Genel olarak, zirve önceki COP’larda olduğu gibi yavaş müzakere süreçlerine sadık kaldı. Bu durum, bu tür müzakerelerin doğası gereği anlaşılabilir olsa da, küresel ısınmanın artan hızı gözetildiğinde böyle bir yaklaşım felaket anlamına geliyor. Konferans süresince, durgunlaşan küresel CO2 emisyonlarının bu yıl tekrar yükseldiğinin bilinir hale gelmesi, eyleme geçme gerekliliğini tekrar tamamen hissettirdi. Küresel Karbon Projesi tarafından elde edilen 2017 verileri bunun nedenini açıkça ortaya koyuyor: Ekonomik büyümenin hız kazanmasıyla emisyonlar da yükselmesi. Bu, emisyonlar düştüğü zaman, bunun gerekli ölçüde değil sadece marjinal olarak yapıldığı anlamına geliyor. Diğer bir deyişle, devletler ve şirketler ekonomi büyümeye odaklandıkça, emisyonlarda ciddi azalmalar asla gerçekleşmeyecek.

Bu gerçek, ekonomik büyüme ve emisyon arasındaki bağlantıyı koparmak için ‘her zamanki gibi yeşile boyanmış işletme’ yaklaşımının yeterli olduğuna dair tehlikeli efsaneyi çökertmek için tek başına yeterli olmalıdır. Buna rağmen, ekonomilerimiz büyümeye dayandığı sürece, yıkıcı iklim değişikliğine doğru yol aldığımız gerçeği COP müzakereleri gündeminde hala yer almıyor. Hiçbir şey bu ikilemi, iklim politikasının sözde şampiyonu olan Almanya’ya dair eleştirel bir çalışmayı kullanarak daha net bir şekilde vurgulayamaz.

Amaç Görüş Alanında Bile Değil

COP23’ten sonrasında, küresel ısınmayı “Paris İklim Anlaşması” nın sözde hedefi olan 2 ° C’nin altında tutmaktan her zamanki kadar uzak mesafede duruyoruz. Kabul etmek gerekir ki,“Kömür Sonrası İttifakın Güçlendirilmesi” ‘ nin nihayet kömür kullanımının aşamalı olarak bırakılmasını BM müzakerelerinin gündemine sokmayı başarması övgüye değer. Bu gerçekten olumlu bir işaret olarak karşımıza çıkmakta çünkü çok yakın zamana kadar bu soru Paris Anlaşması’nda bile kendine yer bulamayan bir tabuydu. Yine de, ittifak kapitalist büyümeye saplantımızın doğasıda var olan enerjiye bağımlı mevcut ekonomik modelimizden gereken kopmayı sağlamak için baskı yapacak gibi görünmüyor. Açıklamalarda, bu ittifakı oluşturan 20 ülkenin önde gelen iki ülkesi olan Kanada ve Birleşik Krallık bunu çok açık bir şekilde belirtti. Her iki ülke de, gelecekteki enerjilerini güvence altına alma alternatifleri olarak bugüne kadar endüstriyel ölçekte test edilmemiş yüksek riskli nükleer enerjiye ve aynı zamanda Karbon Yakalama ve Depolama teknolojilerine yöneliyor. Bunlar tehlikeli sis perdeleridir ve harekete geçmek için artan bir baskıyla karşı karşıyalar: benzer fikirler yayılmaya meyillidir. Fosil yakıt ve nükleer enerji lobileri sürekli çok yanlış çözümleri gerçek alternatiflermiş gibi teşvik etmekteler; zirveye bağlı etkinliklerde, konferans alanındaki göz alıcı stantlarda, resmi ülke delegasyonu üyelerinden teknokratik müzakerecilerin ifadelerine kadar verdikleri mesajı anlaşılıyordu.

2018’den 2020’ye Kadar Kısa Dönemde Talanoa Diyalogu

Aralarında Karayipler’de şimdiye kadar kaydedilen en güçlü kasırganın da yer aldığı bir dizi aşırı hava olayından sonra bile, çoğu sanayileşmiş ülke 2020’den önce emisyonlarını önemli ölçüde azaltmaya yönelik çabalarını hızlandırma konusunda gönülsüz görünüyor. Kâğıt üzerinde herkes, küresel ekonominin 2050 yılına kadar iklime zarar vermeyecek hale gelmesi gerektiğini kabul ediyor (bu durum, artık emisyonları (residual emissions) hesaba katıyor ve ülkelerin negatif emisyonlar kullanarak rakamları manipüle etmek için açık kapı bırakıyor). Dahası, ulusal iklim hedeflerinin toplamının bu amaca ulaşmamıza izin vermeyeceği konusunda fikir birliği var. Küresel ısınmayı 1.5° C’nin altında tutmak için hızla kaybedilen fırsatlara rağmen, emisyon azaltımına yönelik verilen büyük taahhütler yine ertelendi.

Üye Devletlerin verdikleri emisyon azaltma taahhütlerinin belirlenen hedefe ulaşıp ulaşmadığını analiz etme mekanizması olan Kolaylaştırıcı Diyaloğu’nun adını değiştirerek Talanoa Diyaloğu adını vermek, bu gerçeği değiştirmede çok az etki edecektir. Talanoa, Fiji dilinde bir sözcük ve katılımcı, kapsayıcı ve açık bir diyalog anlamına gelmektedir. Fiji rehberliği ve gelecek yıl iklim zirvesine ev sahipliği yapacak olan Polonya işbirliği ile bu diyalog 2018 yılı başında yürürlüğe girecek. Talanoa Diyaloğu’nun benimsenmesi, Fiji liderliğinin bir başarısıdır. Diyalog ancak tarafların verdiği taahhütler somut adımlara dönüşürse sürdürülebilir ve konuya dair hale gelebilir. Mevcut ulusal iklim hedefleri ile küresel ısınmayı 1.5 ° C’nin altında tutma hedefi arasındaki boşluğu kapatmak için devletler, emisyonları azaltma üzerine verdikleri taahhütlerini yerine getirmelidir.

Küresel Güney, gelişmiş ülkelerin 2020’den önce, yani Paris Anlaşması yürürlüğe girmeden daha fazla adım atmaları için çok uğraştı. Devletlerin müzakerecileri için bu kuşkusuz önemli bir kazanç. COP23’ün sonuç bildirgesi, ülkeleri 2020’den önce çabalarını nasıl arttıracaklarına ilişkin daha fazla bilgi sunmaya çağırıyor. Bu veriler bir rapor haline getirilecek ve 2018-2019 arası dönemde ulusal çabaları ölçmek için bir kıstas görevi görecek. Amaç ise  Bununla birlikte, Küresel Güney’in Kuzey’i bu imtiyaz hakkını kabul etmeye zorlamak için gösterdiği gerekli çabayı göz önüne alırsak, kötümser olmak için bir neden var. Günler boyunca bu konu Bonn’daki müzakerelerin odağı haline geldi ve bu durum, fazla emisyon üreten ülkelerin kendi ekonomik modellerini sorgulamaya yönelik isteksizliğini vurguluyor. 2023’ten itibaren her beş yılda bir otomatik küresel sayım yapılacak, fakat zaman hızla geçiyor.

İş modelleriyle zamanımızın pek çok büyük krizine katkıda bulunan şirketler, özellikle fosil enerji devleri ve tarımsal işletmelerin listenin başında olduğu şirketler adına lobi faaliyeti yapanların katılımını son derece eleştiren bir durum olmaya devam ediyor. Perde arkasında, fuar standlarında ve yan etkinliklerde, resmi heyetlerin üyeleri olarak müzakerelere katılanlar, gündemlerini saldırgan bir biçimde tanıtımını yaptılar. Bu durum bazı zamanlar, örneğin eylemciler Avrupa Yatırım Bankası’nın gelecek yıllar boyunca gaza bağımlılığı artıracak olan ortak finansmanlı Trans Adriyatik Boru Hattı’nı (http://defundtap.org/) anlatan sunumunu aksattığında protesto ile karşılandı. Şu ana kadar UNFCCC, bu lobicileri müzakerelerden dışlama girişimlerini engelledi.

Kuzey, Mümkün Olduğunca Az Para Ödemek İstiyor

Daimi bir tartışma konusu olan iklim finansmanı, Bonn’da açıkça masaya yatırıldı. Bu öncelikle, Küresel Güney’in iklim değişikliğine adapte olmak için gerekli gördüğü fonların yanı sıra Küresel Güney’in ekonomilerini, iklim dostu bir yörüngeye taşımaya yönelik araçlarla da ilgilidir. Şu anda, sanayileşmiş ülkelerin 2020’den itibaren Küresel Güney ülkelerine ödeyecekleri yıllık toplam 100 milyar $ düzeyinde bir taslak tartışılmaktadır. Bu paranın ne kadarının kamu bütçesinden (önceden ödenmiş olan kalkınma yardımının yanı sıra) ve ne kadarının özel kaynaklardan (ve dolayısıyla toplam 100 milyara dâhil edilecek) geleceği tartışmalı bir konudur.

Sanayileşmiş ülkelerin sağladığı fonların raporlanmasına ilişkin bu yıl şiddetli tartışmalar ortaya çıktı. Sanayileşmiş ülkeler bu fonları, kalkınma işbirliği fonlarından ayrı ve bu fonlara ek olarak mı sağlıyor? Rakamları büyütmek için iki kez mi dâhil ettiler? İklim finansmanı kilit bir unsurdur; özellikle de iklim değişikliğinden en çok etkilenen yoksul uluslar için. Uyum Fonu (Adaptation Fund) ya da Az Gelişmiş Ülkeler Fonu (Least Developed Countries Fund) gibi araçlar bu ülkelere iklim uyumu için gerekli araçları sağlamayı amaçlar. Bu fonlara karşı finansal taahhütte bulunmak önemlidir; çünkü bu ülkelerin yükselen deniz seviyeleri karşısında popülasyonlarını korumak veya sulama sistemlerini şiddetli kuraklık ve beklenen yetersiz mahsul öncesinde duruma adapte etmek gibi önlemler almalarına imkân tanıyacaktır.

100 milyar dolarlık fon için muhasebe kuralları üzerinde bir anlaşmaya gelecek yıla kadar ulaşılması pek olası değildir ancak bu süreçte, şeffaflık ve hesap verme zorunluluğu esastır; özellikle de, 100 milyar doların yarısının geri ödenebilir krediler yoluyla finanse edilebileceğine dair korkular vardır. Bu, Küresel Güney’in iklim adaleti talebine aykırı olacaktır.

Planlama güvenliğini arttırmak ve iklim değişikliğinin şimdiden ciddi olan sonuçlarına uyum sağlayacak şekilde onları güçlendirmek için, yoksul Afrika ülkeleri de dâhil olmak üzere Bonn’daki bazı ülkeler, önümüzdeki yıllar için, yani 2020’den öncesi için, bağlayıcı iklim yardım taahhütleri talep ettiler. Ayrıca, bağışta bulunanların bu yardımın daha sonra artırılmasını taahhüt etmesini istediler. Maalesef, bu müzakereler yavaştı ve konferansın son dakikasına kadar sürdü ve sanayileşmiş ülkeler ödeme konusundaki isteksizliklerini açıkça dile getirdiler. Bir grup Afrika ülkesinin bu sorunu gündeme düzenli bir kalem olarak dâhil etmesi yönündeki talebiyle ilgili kararı, zaman darlığı bahanesiyle son dakikaya kadar ertelediler. Burada AB, ABD’ye farklı davranmadı.

İklim finansmanı ile ilgili olarak varılan tek uzlaşma, şu anda Kyoto protokolü tarafından yönetilen Uyum Fonu’dur. Küresel Güney, bu nedenle fonun Paris Anlaşması çerçevesine taşınmasını talep ediyor. Varılan uzlaşma, önümüzdeki yıl adım adım geçiş kararı alınmasını öngörüyor. Bu olumlu bir gelişme iken, uzlaşma hiçbir şekilde gerçek bir ilerleme teşkil etmemekte. Yeterli maddi olanakların sağlanması kilit unsur ve öyle olmaya da devam edecek. Kuzey, ödemeyi istemese de, Temiz Kalkınma Mekanizmasıyla (Clean Development Mechanism) fonlamanın uygulanabilir bir seçenek olmadığı her geçen gün daha açık hale gelse de, Güney bağlayıcı ve yeterli taahhütler için mücadele etmeye devam etmektedir.

İklim Kaybının Ve Zararının Üstesinden Gelmek İçin, İklim Değişikliğinden Sorumlu Ülkelerin Fiji’nin Başkanlığında Somut Tazminat Taahhütlerinde Bulunacaklarına Dair Umutlar Yüksekti.

Fiji liderliğindeki bir COP’un, Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizmasının (Warsaw International Mechanism for Loss and Damage, WIM) fonlamasını herhangi bir maddi taahhütte bulunmaksızın kesmeye karar vermesi çok alaycıydı. İklim kaybı ve zararı, Pasifik ada ülkeleri için özel bir endişe kaynağıdır. Toprak tuzlanması artmakta ve tüm ülkeler okyanuslarda yok olma tehlikesi altında. İklim değişikliği insanları göç etmeye zorlayacak ve kültürleri ve kimlikleri tehdit edecek. Bu nedenle, iklim değişikliğinden sorumlu ülkelerin Fiji’nin başkanlığında somut tazminat sözü vereceklerine dair umutlar yüksekti. Bonn’daki katılımcılar yeni bir kayıp ve zarar çalışma planı hakkında karar vermiş olsalar da, bu gerçekten çok az şey ifade ediyor. Sanayileşmiş ülkeler bağlayıcı finansal taahhütlerde bulunmaya gönülsüz ve sadece marjinal katkılarla dahi olsa bu taahhütleri destekleyecek mali düzenlemeleri sağlayan özel bir süreç yok. Varşova Mekanizması sadece finansman kavramlarının uzman diyaloğu kapsamında tartışılmasını mümkün kılmakta. Bu nedenle, tarihsel olarak iklim değişikliğinden sorumlu ülkelere, iklim değişikliği yüzünden yıkıcı bir ölçekte meydana gelen kayıp ve zarar için gerekli fonları sağlamaları amacıyla baskı yapmaya devam etmek önemlidir.

Tartışmalı iklim risk sigortaları, Küresel Güney’in en çok etkilenen ülkelere şimdiye kadar yaptığı somut tek finansal öneridir. Bu, Bonn COP’un, iklim değişikliğinden etkilenen insanları desteklemek için teşvik ettiği tek yaklaşımdır. Bonn, G20’nin Almanya’nın desteklediği InsuResilience Global Partnership isimli projesini hayata geçirmiştir. Yaklaşım, insanların kayıp ve zararlara karşı kendilerini güvence altına alması gerektiği fikrine dayanmaktadır. İklim değişikliğine minimum katkıda bulunanların şimdi sonuçlara katlanmaları bekleniyor.

Tereddütlerle Dolu Başarılar

Yine de, bu COP bazı alanlarda küçük bir ilerleme sağladı. Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı, iklim değişikliğinin özellikle kadınları çok fazla etkilediğini kabul ediyor. Aynı şekilde, yerel topluluklar ve yerli halklar platformu doğru yönde atılmış önemli bir adım. Ancak her iki durumda da bu kararların değeri, somut bir eyleme yol açıp açmadıklarına (ve karşılıklı fon alıp almadıkları) ya da tek amaçlarının (en azından geçici olarak) rahatsız edici unsurları saf dışı edip etmemek olduğuna bağlı olacaktır.

Pek Çok Ülke Sorumluluk Almaktan Kaçınıyor

Emisyonların azaltılması için hırsımız yok ve var olan finansal taahhütler ne bağlayıcı ne de Paris Anlaşması’nın uygulanmasını görüşme dürtüsünü kesinlikle etkileyen mevcut ihtiyaçları karşılıyorlar. Pek çok ülke sorumluluklarından kaçıyor ve kartlarını 2020’den önce masaya koymaktan kaçınıyor. Küresel Kuzey tarafında, isteksizlik iddialı ilerlemeyi engelledi.

En azından, iklim politikasının şampiyonu olarak Almanya’nın imajı ağır darbeler aldı. Konferansın başında, Ende Gelände’nin iklim aktivistleri zirvenin yapıldığı yere sadece 50 km uzaklıktaki dev linyit maden kraterine dikkatleri çektiler. Zirvenin ikinci haftasında “iklim şansölyesi” Merkel’in tereddütleri Alman hükümetinin iklim kinizmini ortaya koydu. Dünyanın en büyük linyit üreticisi olan Almanya, kömürü bırakmak için kurulan ittifaka katılmalıydı. Bunun yerine Alman siyaseti, Merkel’in Hristiyan Demokrat Birlik’i (CDU), Hür Demokrat Parti (Free Democratic Party, FDP) ve Yeşiller Partisi (Green Party) arasındaki koalisyon görüşmelerinde politik pazarlıklar yaparak Küresel Güney’i ne kadar az önemsediğini soğukkanlılıkla gösterdi. Neyse ki sivil toplum örgütleri, aktivistler ve eleştirel Alman basını ve uluslararası basın Almanya’nın kusurlu iklim ve enerji politikasını vurgulamaya hazırdı.

İklim zirvesini çevreleyen tartışmalar ve koalisyon hükümeti kurma yönündeki paralel müzakereler, Almanya için iklim adaletinin etkileri hakkında acilen daha dürüst bir tartışmaya ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gösterdi. Şansölye Angela Merkel’in Bonn’daki sulandırılmış yorumlarında sergilenenden ve partisinin koalisyon görüşmeleri sırasında kömürün bırakılmasına dair tartışmadan daha fazla dürüstlüğe ihtiyacımız var. Almanya’da yaşayan pek çok insanın artık farkında olduğu gibi, iklim değişikliği ekonomide ve yaşam tarzımızda yapısal değişiklikler gerektiren bir gerçektir. Dolayısıyla, bizden (ve bu toplumsal olarak solda olanlar için de geçerli) bu toplumsal dinamiği aktif bir şekilde şekillendirmemiz istenmektedir. Bu, kömür kullanımının aşamalı olarak bırakılmasına ve hem taşımacılık sektöründeki hem de tarım ve kaynak politikalarındaki köklü bir dönüşüme yönelik çalışmayla başlar. Çevre ve iklim koruması tamamlayıcı meseleler değil küresel boyutta bir politikanın bütünleyici unsurları haline gelmelidir. İktidar, mülkiyet, demokrasi, katılım ve toplumsal adaletle ilgili tartışmalarla doğrudan yüzleşmeliyiz. Kömürün kademeli olarak bırakılmasına ve ulaştırma sektörünün köklü bir dönüşümüne, tarım ve kaynak politikalarına doğru hareket etmeye başlar. Çevresel ve iklim koruması çevresel konular olmaktan çok, küresel boyutta bir politikanın bütünleyici unsurları haline gelmelidir. İktidar mülkiyet, demokrasi, katılım ve sosyal adalet konularıyla ilgili tartışmalarla yüzleşmeliyiz.

Bu çevirinin yazıldığı dildeki hali aşağıdaki linkte yayınlanmıştır.

https://www.rosalux.de/en/news/id/38141/a-summit-of-missed-opportunities/

Yazar Sıla Özkavaf